Sunday, April 30, 2017

Kocasını seven kadın ona atölyede sandık boyar:))

Şimdi benim çooook tatlı bir öğrencim var... Didem Baran..
Cumartesi günlerimizin neşe kaynağı... Zeki, ince esprili, yaratıcı...Yaptığı hobinin hakkını çıkaran... Her zaman kendine has, eşi benzeri olmayan fikirlerle derse gelir ve o projeyi öyle güzel çalışır ki... Yaratıcılık bu işte..  "Denemeyen başarmıyor demektir" cümlesinin en güzel temsilcisi...

Son proje sevgili kocaya yapıldı... Heyecan içinde derse geldiğinde anlamıştım zaten yine birtakım cin fikirlerinin olduğunu...
"Ece hocam... Müthiş bir projem var.. Bu sandıkları eşime hediye yapıcam ve Çanakkale savaşı ile ilgili olacak.. Özellikle Atatürkçü ve Çanakkale savaşına düşkünlüğü var.. Bizim için bu konu hep çok önemli..."

"E hadi bakalım... Napıcaz, ne renk olacak, nasıl bişi var kafanda?"
" Şimdi bu sandıklar savaştan kalma gibi olmalı... Bir iki tane resim göstereyim.."
Heyecanla telefonundan bana bulduğu savaş sandıklarını gösteriyor hemen...
"İşte bunlar gibi.. Bu renk olsun hocam...Nasıl? Ne güzel bu değil mi?"
"O zaman sen önce bir beyaz boya, onu raw umberla bi eskitelim.. Sonra nasıl savaştan çıkmış yaparız..bakarız"
Tabi hemen Didem başladı boyamaya.. Boyandıktan sonra kenarlarını da bir güzel bıçakla kazıdık.. Sonra da raw umber yağlı boyayla eskittik, sildik ve o hafta sandıkları öylece kurumaya bıraktık.

Gelecek hafta olduuuuuu..
Didem cumartesi bi heyecan geldi.
Yanında muhteşem bir Çanakkale savaşı ansiklopedisi ile..
Hmmmm sırada ne var?
" Ece hocam.. Şimdi sandıkların kenarlarına bu kitaptan hikayeler yazıcaz.."
Hemen başladık yazmaya.. Eee tahmin edersiniz ki seçim zor oldu... Neyse bu safhayı da başarı ile geçtik..
Sandıklarda bolca urgan, metal de olmalı...
Didem'le sandıkların bir tarafını kalın urganla döşedik..
Atölyede bulduğumuz menteşe, köşebent..metal ne varsa sandıklara monte ettik...
O hafta da bitti..

Dün heyecanla yine geldi sevgili Didem...
Veeeee en müthiş kısmı meğerse bugüne bırakmış...

Savaşta en çok ne olur? Kan....
Sandıklara kan sıçratma zamanı...
Önce, ben diğer öğrencilerle dersimi yaparken, onlar Nalan'la uzun süre atölyenin içinde damlalık aradılar..Efendim... damlalıkla sandıklara kan damlatacaklarmış...
Bulamadılar..
Sonra bir baktım, Didem masasında tam "kan" rengini hazırlamış, kah fırçayla sıçratıyor, kah eliyle sürüyor..bir yandan yanlarından da kanlar yayılsın diye üflüyor..Kanları yayıyor!!!

Ya ama arkadaşlar... sonuç mükemmel..
Bu kadar gerçeğe yakın olabilir mi bizim Çanakkale Savaşı sandıkları?
Sevgili Didem Baran..:Ellerine, fikrine sağlık...
Hadi bakalım... Haftaya yeni projelere yelken açalım...






r



Friday, April 28, 2017

Sabah Sabah...

Sabahları çok erken kalkarım her zaman... O kadar az ki geçlere uyuyup kaldığım.. Erken dediysem de erken yani..6.30, ehhh bazen 7... Hele bir de kış vaktiyse daha hava aydınlanmamış bile olur..
Neyseki bahar geldi, yaz geliyor yavaş yavaş. Artık kedimden evvel perdemden sızan tatlı güneş uyandırıyor beni..
Kedim Pati saat gibidir.. 6 oldu mu başımın etrafında dolaşır durur. Islak burnunu boynuma değdirir, istemeden uykunuzda ürperirsiniz... Zaten o bıyıkları öyle bir gıdıklar ki hemen yüzümü gömüveririm yorganıma...Nihayet uyandırır beni... Mutluluk hırıltıları...
Kalkar kalkmaz önce ona balkonu açarım.. Ordan bahçeye iner.. Hava buz gibi de olsa incecik geceliğimle  bir 5 dakika arkasından bakarım... Özgürlüğünün verdiği mutluluğu seyretmek hep huzur verir bana...Kocaman yeşil bahçede minicik zıplayan beyaz bedeni de hep ne kadar korunmasız olduğunu hatırlatır....Ürpererek içeri girerim, salonda gece sıkılıp bir köşeye attığım bej rengi hediye hırkamı giyer sıcacık önce bir kendime kendim sarılırım...
 Geçer otururum salona, en sevdiğim köşe koltuğuma....Üstünde şeftali deseni var ama ....Nedense çok bir severim salondaki şeftalili koltuğumu...
Kendimle başbaşa...Sabahı dinlerim.Yüreğim dolu da olsa aslında hep yalnızdır bu saatte..Herşey dinginlikle aklımdan geçer.. Bitmeyen problemler, kaygılar... Sonra bir gün evveli düşünürüm.. İlla ki komik birşey getiririm aklıma.. Kendi kendime gülümserim.. İşte o an derin bir nefes alır ve ne olursa olsun var olduğuma, sahip olduklarıma şükrederim.. Ne kadar karışık da olsa hayatım kötü bir karmaşa yok, didişme yok, haset yok..Saflık var, küçük şeylerden mutlu olma var, başkalarının hayatına dokunmak var, doymuşluk alçakgönüllülük var...
En prenses benim sabahın o anlarında... En olmayacak kristal hayaller hep kafamda...

 İşte o an kedim geri gelir.. Sabah içtimasını bitirmiş olmanın rahatlığıyla....Sanki ben onun için hazırlanmışım da onu bekliyorum gibi koltukta bacaklarımı topladığımda oluşan kucak çukuruna bir güzel yerleşir.. Ellerim yumuşacık tüylerine değince....Varoluşumu duyumsarım..Dinginim ya ben bu hayatta.. Barışığım herşeyle, herkesle.....Hayat yaşamaya değer...

Evet.... Atölye zamanı.. Kahvaltı, çay zamanı...Arabaların homurtuları....Servis bekleyen cocukların cıvıltıları....Güneş de ısıtmaya başladı.. Hırkayı çıkarma zamanı...
Sabah ışığı sadece benimdi ya.... Yarın sabaha kadar  bitti artık büyüsü..
Prenses olma hayallerinden sıyrılıp aceleyle giyinme odama giderim...
10 dakikada hazırım...
Gerçek Ece olma zamanı..
Ama kimseler bilmez ki kafama taktığım toka çiçekler bir saat evvelki prenses olma hayallerimin gizli bir kalıntısı....
 İşte bu da benim mutluluğumun küçük sırrı...
Kalın sağlıcakla....
Ece Aymer

Friday, April 21, 2017

Aslıhan'ın Evi....

Ben hazırlayıp yazılarını yazana kadar üstünden neredeyse bir ay geçmiş..

Bendeniz son zamanlarda İstanbul'da babamın Kadıköy'deki evinde kalmaktansa pek bir kapı kapı gezer oldum...
Göktürk atölyemizin sahibi, ( kan bağı taşımasak da küçük kız kardeşim) Seda zaten her zaman o güzel evinde beni nasıl da rahat ettirir... 
Son zamanlarda da Dilek Gürenizlioğlu ve Evrim Atmaca sağolsunlar, nasıl güzel ağırladılar sıcacık yuvalarında bu deli gezgini... 
Dilek'in ev zaten kalabileceğiniz en sohbetli, en neşeli ev.. Bütün boyasever kadınlar, arkadaşları, komşuları önce Dilek'e geliyor sonra evlerine gidiyor yani mabet yeri gibi... Eee kimi seveceklerini biliyorlar yani..
 Evrim'in evi de kendi gibi narin, klas ve asil... Tüm aile sıcacık.. Hatta şömine sebebiyle gerçekten çok fazla sıcak ağırladılar beni... Ehhh ben de zaten tam bir sıcaksever... Mesttim yani...
Hepinize bu vesileyle sonsuz teşekkürler...
Gelelim en son İstanbul ziyaretimeeee... 

En son İstanbul ziyaretimde de çok süslü,  çok cici, sıcacık bir evde kaldım... Evde herşey el yapımı ve boyalı olduğu için... dedim ki bu evi sizlerle paylaşmalıyım...
Planlamadan...Aniden...
Instagram arkadaşım Aslıhan'ın evine bir akşamüstü ders çıkışı gidiverdik.
Kendileri @victorianroseboutique oluyorlar efendim... Web sayfasından da satış yapıyor... www.victorianroseboutique.com 
Ayrıca bu hafta PeraBulvarı'nda...
Tabi ki önceleri o benim takipçimmiş ama şimdilerde de ben onu takip eder oldum... Zaten bir de iyi arkadaş olduk ki...
Eve ani baskın yapmamıza rağmen pırıl pırıldı... Ahhh benim eve gelseniz... Neyse kendimi o kadar deşifre etmeyeyim:))
Ev bana göre muhteşem..Çok eski bir bina...Yüksek tavanlı... Tavanı kartonpiyer süslemeli... Küçük ama sıcacık.. Anı kokuyor her yeri...




Hadi gelin dolaşalım evi birlikte..






Bu arada söylemeyi unuttum... Tabi ki herşey Aslıhan'ın kendi elinden çıkıyor....



Bu yastıklar bile... Made by Aslıhan:))







Salon tam eski evlerden... İki bölümden oluşuyor... Ortada iki kanatlı eski kapı...
Aslıhan salonunun bir odasını salon yapmış....Ama öbür oda....
Ahhh hep istediğim şey...Salonun öbür tarafı atölyesi... Yani düşünsenize evinizdesiniz.. İstediğiniz zaman on adımda atölyenize geçebiliyorsunuz...
Atölye evden de şık...Hadi şimdi de Aslıhan'ın atölyeyi gezelim...





Ha ha ha... Aniden gelinen Aslıhan'ın evinde, atölyede, çalışma masasının en önünde benim boyalarım da duruyor ya... ayyy çok gurur verici bi durum yani....


















Daha da güzeli kitabımı salonunun başköşesinde görmek oldu tabi ki.. Gözlerim yaşardı, içimde kelebekler uçtu... Hepiniz canımsınız yaaa...




Aslıhan'ın ev Selimiye Camii'nin karşısıııııı... Hemencecik akşam yemeğimizi de yedik....



Ver elini Salacak sahili ve Kafeler... Gelsin sohbetler, ufak dedikodular, iç hesaplaşmaları, itiraflar... Nefis bir geceydi...


 Herşey için çooook teşekkürler... 
Eeeee bi iade-i ziyaret lazım di mi?


Wednesday, April 12, 2017

Ece Aymer Craft House Aankara'da yepyeni cıvıl cıvıl bir ders.. "Country Painting" El Boyaması Dersleri..

Bendeniz Ece Aymer öğrencilerimle neler neler boyayacağız ne sohbetler edeceğiz ne keyifli saatler geçireceğiz....
Her pazartesi 9.30-12.30
Detaylı bilgi için 0531 085 3680

Sunday, April 9, 2017

PAZAR HİKAYESİ

PAZAR HİKAYESİ....

Bizim evde hayvanlar hep birbirini tekrarlar. Yani bir kedimiz ya da köpeğimiz vadesi gelip ölmüşse onun etkisinden uzun süre kurtulamayız ve hep yeniden ona benzerlerini arar dururuz... Haaaa huyu suyu uymaz ama görüntüleri hep tekrarlar o yüzden...  Siyahsa ilk ölen köpek artık hep siyah köpek aranırız sokaklarda...Şimdiki Pamuk kedimizin de eve geliş hikayesi bu şekilde başlıyor...
Pamuk'tan önce Pamuk'un tıpkısının aynısı vardı evimizde... Fıstık... Biricik Fıstık'ımız.....Fıstık çok özel bir yavru iken sokaktan gelme bir kediydi... Bildiğimiz soft pembeye çalan cappucino rengiydi😀😀😀
O zamanlar bahçeli evde oturduğumuz için bütün kedilerimiz (4 adet oluyorlardı) serbestti.. Mahalle arkadaşlarıyla gündüz vakti koşuştururlar ama saat 17.00-18.00 gibi hepsi eve dönerlerdi... Bu saatten sonra dışarı çıkış izinleri yoktu..
Bir İstanbul seyahatim sırasında Pamuk bir şekilde gece yarısı evden dışarı kaçıyor ve tesadüfen o saatte bizim sokağa dalan sokak köpekleri sürüsüyle karşılaşıyor... Sonuç çok çok üzücü.. Günlerce bana söyleyemediler ama Ankara'ya dönünce acı haberi öğrendim..

Hep Fıstık'ı aradı gözlerim evde, sokakta... Onu hep o kadar çok özledim ki.. Aynı şekilde oğlum Can da  onu hiç unutamadı...
Kedi almak istediğimiz zaman Fıstık'a benzesin istedik.. Bir türlü hiç bir yavruyu beğenemedik...Tabi bizim evde çok kesin bir kural var.. Alınacak hayvanlar sokaktan olacak.

Bir gün..... Babaanne dönüşü minicik bir pembe renkli yavru nihayer karşımıza çıkıverdi.. Anında avucuma aldım "bu minik bizle eve geliyor, işte bu şeker bizim yeni Fıstığımız "dedim...
O minik büyüdü büyüdü büyüdü.... Şimdi en az 20 kilo oldu.... O bizim Pamuk'umuz...
Çok akıllı, sessiz, düşünceli ve güçlü, kaslı bir kedi... Gözünün içine bakıyorum bişi olmasın diye...
Yıl 2009... Atölyeye yeni bir veteriner öğrencimiz geldi.. Pamuk da her zamanki rutin veterinerimize kontrole  gidecek... Yeni öğrencimiz bana jest olsun diye "Ece hanım..Müsaade ederseniz bu sefer kedinizi biz kontrol edelim" dedi.. Kıramadım her zamanki gibi...
Ben Ümitköy'de atölyedeyim.. Pamuk da bizim evde... Konutkent girişinde... Yani Ankara'yı bilmeyenler için Eskişehir otobanına çıkan ve her birinin arası en az 5 km. olan 3 büyük semt var veterinerlikle bizim ev  arasında..
Evden teslim alındığını öğrendim. İçim rahat dersime geri döndüm... Burada birkaç  açıklama yapmam gerekiyor... Birincisi Pamuk gündüzleri biz evdeyken,  bahçelerde gezinen bir kedi ama hiç site dışına  çıktığını zannetmiyorum. İkincisi... gelen veteriner onu bizim evin içindeyken kapalı bir kutuya koyuyor ve sonra da arabasının arka bagajına... Yani Pamuğun nerelerden geçtiğini görmesine imkan yok.
Eveetttt tekrar dönelim o güne... Pamuk'u evden aldıklarını bildirmelerinin üzerinden yarım saat geçmemişti ki telefonum çaldı.. Derste pek telefonumu açmıyorum ama baktım arayan yeni veteriner.. Açtım...
"Ece hanım.. Nasıl diyeceğim bilmiyorum ki....
Çok kötü bişi oldu.. Tam veterinerliğin kapısına geldik.. Kedi taşıma kutusuyla merdivenleri çıkarken kutunun ön kapağı açıldı ve kediniz kaçtı....Çok çok üzgünüz.. Biz arıyoruz ama hemen gelir misiniz? Sizin sesinizi duysa.."
Bir anda kalbimin acıdığını hissettim.. Veterinerliğin olduğu yer en ana cadde. Ümitköy caddesinin üstü.. Vızır vızır buraların en geniş, en işlek caddesi... Taşıyıcının tarifine göre ana yola değil de arkadaki bahçeye doğru kaçmışmış.....
Hangi ara çıktım 5 dakikada nasıl veterinerde oldum hatırlamıyorum... 1 saat aradım bağırdım sakin düşünmeye çalışarak yemeğini tuvaletini sokaklara taşıdım.. Akşamüstü Can, annem arkadaşlar hepimiz aramaya devam ettik.. O gece 11-12'lere kadar aradım... Kabullenemedim.. Onsuz ne yaparım deyip ağlayıp durdum... Yok bulamadık...
Diyorum ya Ankara'nın en büyük 3 caddesi var evle veterinerlik arasında... En az 15 kmlik mesafe... Kedi bu... Kaçtı mı kaçıyor... Bulmaya imkan var mı koca mahallelerde, şehirlerde?
Günlerce hastalandım..Herkes beni teselli etmeye çalıştı...Kedileri iyi bilenlerin ortak dediği "Ece hanım üzülmeyin..Kediler evlerine döner..."  İnanmak istiyordum onlara ama kafamın içinde binbir soru..." Tamam da... Kaç ana cadde geçmesi gerekecek?.. Pamucuğum hiç araba görmedi ki.." "Hiç bir geceyi sokakta geçirmedi ki, hiç aç kalmadı ki...Nasıl yiyecek bulacak nasıl yaşamayı bilecek".."Kapalı kutuyla evden alındı bir arabanın bagajında taaaa 3 semt öteye götürüldü.. Nasıl bilecek hangi yoldan gidecek de hangisi bizim sokak hangisi bizim ev?".... Her dakika beynim onunla meşguldü...

Uykum çok hafiftir... Uyurken çıt deseniz duyarım... Geceleri bir umut... Pencereleri balkonları kapatmıyorum ki gelir diye, onun o huzurlu sesini duyarım diye...
4 gün geçti...Hergün çıkışta onu aramaya devam ettim..5. gün umudum azaldı..6. gün "kendini kandırdın Ece.. Seni teselli edenlere inandın.. Gelmez gelemez.. Yok artık o" dedim...

9.gece... Yattım.. Hala her yer açık... Sabaha karşı 5.30 sularıydı.. Uykumun arasında bir "miyav" sesi duydum... Nasıl saniyeler içinde kapıya indim hatırlamıyorum.. Kapıyı açtım.. Karşımda kirli pofidik pembe renkli bir kedi...Pamuğum....

9 gün süren yolculuk sonrası çok kirli, bir kulağı ve ağzı yara olmuş vaziyette evine dönmüştü... Hala bu nasıl oldu bilmiyorum...
Sonrasında veterinerimiz Pamuk'un çok kaslı ve güçlü olduğunu bu sayede yürümekten yorulmadığını ve belki de büyük caddeler yüzünden yolculuğunun biraz uzun geçtiğini filan söyledi.. "Kediler yıldızları takip ederek evlerini bulurlarmış" diyenler oldu...

O şimdi daha da güzel bir kedi... Küçük bir kaplan gibi..😀😀😀Anneme arkadaşlık etsinler diye Minnoş'la birlikte bir apartmanda yaşıyor ama biliyorum ki o çok mutlu.... Annemi en iyi arkadaşı zannediyor.. O salona gelip yanına oturana kadar söyleniyor, stres içinde gezinip duruyor... Annem işlerini bitirip salonda televizyonunu açıp oturunca bi rahatlıyor, o da koltuğuna bir güzel kuruluyor ki...
İyi ki yaşamının geri kalanında da bizle birlikte olmayı seçti ve evine döndü...