Friday, January 1, 2016

BALIKLAMA DALALIM HAYATA, BÜYÜK YAŞAYALIM 2016'DA..



(Geçen hafta, tesadüfen seyrettiğim, beni çok etkileyen, günlerce düşündüren “Zamanda Aşk” filminden….)
Tim Lake, 21. yaşgününde, ailesindeki tüm erkeklerin sahip olduğu gizli bir yeteneğinin olduğunu öğrenir. Lake ailesinin erkekleri,  zamanda seyahat etme yeteneğine sahiptir ve Tim de artık 21’ine bastığına göre bu yeteneğini kullanabilecektir. Tim, babasının ona yaptığı özel konuşmanın sonunda, yeteneğini öğrenince,  önce inanamaz, çok şaşırır.…Amaaaa bu muhteşem yeteneğine  kısa zamanda alışır ve artık her hata yaptığında, ya da her değiştirmek istediği olumsuz durumda, hemencecik geriye yolculuk yapıp, yaşadığı üzüntülü durumu mutlu bir olaya çevirir.  Birkaç yıl sonra, avukat olmak için taşındığı Londra’da, erkek arkadaşlarıyla gittiği restoranda Mary’le karşılaşır ve gecenin sonunda ona sırılsıklam aşık olur. Bütün dünyası değişmiştir..
O geceyarısı eve döndüğünde, Tim olmadığı kadar mutludur ama yanında pansiyoner kaldığı ünlü yazarın aksine çok mutsuz olduğunu görür… Çünkü, yazarın o geceki son tiyatro eserinin gala gösterisi, başrol oyuncusunun repliğini unutması sonucu, tam bir fiyaskoyla bitmiştir ve tüm eleştirmenler oyunu yerden yere vurmuştur..Tim için, ünlü yazar çok değerlidir.. Tim, hemen 7-8 saat önceye gider ve başrol oyuncusunun rolünü eksiksiz tamamlamasını sağlar.  Tekrar aynı gecenin yarısı olduğunda, yazar tiyatro gösterisinden çok mutlu, yapılan olumlu eleştirilerden sarhoş bir vaziyette eve geri döner. Ertesi gün Tim, heyecanla uyanır, hayatının aşkını tekrar göreceği için çok mutludur..Ama o da ne? Mary diye biriyle hiç tanışmadığını keşfeder..Çünkü bir gece evvel Mary’le tanıştığı saatlerde, zamanda geriye gidip, yazarı mutlu etmek için bu sefer de tiyatroda bulunması gerektiği için hayatından Mary’le tanıştığı saatler de silinmiştir.
Neyse…Çok uzatmayayım..Tim bir şekilde tekrar Mary’i bulur, evlenirler… Tim yine her fırsatta herkesten gizlediği yeteneğini hayatına yeni bir 'boyut' getirmesi için kullanmaya devam eder ve bu sayede her adımını hatasız atlatmayı planlar. Ancak Tim, olgunlaştıkça, hayatın acı, tatlı her anının önemini keşfettikçe, bir süre sonra, her geçmişi değiştirdiğinde, Mary’i kaybettiği gibi,  bir şeyi düzeltirken, asıl istediği başka bir şeyi hayatından silmek zorunda olduğunu anlar.
Ablasının kazası, babasının ölümü gibi daha yoğun olaylar karşısında nasıl tercihler yapması gerektiği konusunda ciddi çelişkiler yaşamaya başlar.
Mücadele etmekten, hayatın dinamiklerine karışmaktan ve vedalaşmamaktan yorulur Tim... Aslında üzüntülerin veya hataların da hayatının gerekli birer parçası olduğunu fark eder.
 Ve bir gün şu kararı verir:
“En sonunda zaman yolculuklarımdan nihai dersimi aldım; ve babamın yaptığının bir adım ilerisine gittim: Gerçek şu ki, artık bir gün için bile olsa zaman yolculuğu yapmıyorum. Sadece her günü, sanki o günü düzeltmek veya eğlenmek için geri gelmişim gibi düşünerek, yaşamaya çalışıyorum, sanki o gün benim sıradan ve sıra dışı yaşamamın en son günüymüş gibi...”

Tam da 2016’ya girerken, bu filmi seyretmiş olmaktan çok mutlu oldum. Çok düşündüm. Ne kadar doğruydu..Geriye dönüp baktığımda, yaşanan onca mutluluklarımın değişmemesi için, zamanda yolculuk yapıp mutsuzluklarımı değiştirmek istemezdim galiba..

Hayatımızın son günü gibi yaşamak kavramını duymayan kalmamıştır sanırım. Konu ölüme direnmek veya kaçmak değil de, konu onu işbirlikçimiz yapmak... Onu kabullenirsek, korkacak da bir şey kalmaz... Korkacak bir şey kalmadığında gelecek illüzyonu yok olur. Gelecekle ilgili tasalanmaktan vazgeçmeye başlarsak, sonunda, egomuz, sahte kimliğimiz, maskelerimiz, bu hayattaki bağlarımız kalır geriye...
Anı yaşamak için direnmeyi bırakmak gerekir.
Bunu da her gün, öleceğimizi hatırlayarak, sahip olunacak veya kaybedilecek bir şey olmadığını hatırlayarak yapabiliriz.

Sarı Saltuk’un Yunus Emre’ye dediği gibi:
“Aşk, bir güneşe benzer. Ölüm denen perdeyi deldiğinde bu sırra erişirsin. Bunun için ölmeden ölmen gerekir.”

Bizim elimizde değil mi yaşamı istediğimiz gibi yoğurabilmek?
Ya aradığımız en büyük aşka, en çok paraya, en mutlu ana, en huzurlu yıllara ölene kadar hiç kavuşamazsak?
O zaman bir hiç için yaşamış olmayacak mıyız?
Oysa kendimizi mutlu kılmak, yaşamı keyifle, zevkle yaşamak o kadar kolay ki...
Her anının özel olduğunu ve bir daha asla yaşanmayacağını anlamak dahi yeter.
Kendimizi önemsemeliyiz. Bunu başarabilirsek, başkalarını önemsemenin de ne kadar kolay olduğunu göreceğiz.
Sevmeliyiz kendimizi. Ancak o zaman bir başkasını sevebiliriz. Ancak o zaman doğrularımız yanlışlarımızı, güzelliklerimiz çirkinliklerimizi götürür.
Aşkın içimizde filizlenmesine izin vermeliyiz. İnsanı insan yapan o en müthiş duygu aşk değil midir?

ZAMAN BİZİM TUZAĞIMIZ.
ERTELEMEK.. EN BÜYÜK ZAYIFLIĞIMIZ.
NE YAPACAKSAK ŞİMDİ… HEMEN…BU YIL YAPMALIYIZ.

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİRŞEY VAR
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
ATAOL BEHRAMOĞLU

 İşte, ben de, "Zamanda Aşk" filminden kafama dank ettiği gibi,  2016’nın, her gününü, sanki o günü düzeltmek veya eğlenmek için tekrar o güne geri gelmişim gibi düşünerek yaşamaya çalışacağım gerçekten de bundan sonra...
Ve  Ataol Behramoğlu'nun  şiirinde kastettiği gibi hayatı büyük yaşayacağım, balıklama dalacağım hayatın içine yine 2016'da da, zaten her zaman yaptığım gibi..

Hepinize sağlıklı, bereketli, bol boyamalı, rengarenk, hep sevdiklerinizin yanında, musmutlu yıllar diliyorum canım arkadaşlarım…

No comments:

Post a Comment