16 ağustos 1999 gecesi...
Bilkent'ten bölümden geç geldim eve..Yorgun ve çok açtım.. Kocaman bir salata yaptım..Hakan geldi.. Her zamanki gibi evin ön verandasında sofrayı kurduk.. Can 2 yaşında... Hava o kadar sıcak ki çok fazla oturamadık sofrada...
Bir ara Hakan'la elele gökyüzüne baktık... Hala o kadar net hatırlıyorum ki....Yıldızlarla kaplanan gökyüzü...Daha önce Ankara'da hiç bu kadar yıldızı bir arada görmemiştim....Hala aklımdadır o geceki gökyüzü... Görmeyen insana anlatılamayacak bir gökyüzüydü..... Sanırım o gün gökyüzü bize anlayamadığımız bir şeyler anlatmak istiyordu....
Ben biraz televizyon seyrettim.. Hakan ertesi sabah ameliyata girecek olan babasını düşünürken, üstelik pazartesi gününün verdiği iş yorgunluğuyla da çoktan televizyonun karşısında uyuklamaya başlamıştı... Can sıcaktan don atlet vaziyetlerinde, her zamanki gibi askerleri ile oynadı bir dışarı bir içeri girmekten yorgun düştü, "uykum geldi benim"dedi..
Sıcaktan bir türlü yukarı kata gidip uyumak istemiyordum ama ertesi sabah kayınpederime hastaneye ziyarete gideceğimiz için de sabah erken kalkacaktık...O yüzden Can'la birlikte gece saat 10 gibi Can'ın karyolasına ikimiz de sığıştık, her gece olduğu gibi kitap okuma faslına giriştik... Onun da benim de gözlerim kapanmaya başlayınca saat 11 gibi Can'ı yatırdım ve aşağı indim .... Hakan'ı uyandırdım.. "Hadi böyle koltukta iki büklüm uyuma.. Yukarı gel.." dedim, yatağa çağırdım.... İstemeye istemeye sıcaktan bunalmış vaziyette yattık....
Dalmışım.....
Bir ara Hakan'ın .."Ece ben uyuyamıyorum en alt kata iniyorum orası serindir..." dediğini duydum....
Sonra yine dalmışım....
Kilometrelerce uzaktayız depremin çıkış noktasından...
Oralarda sabaha karşı yaşanan akla hayale gelmeyecek panikler korkular ölümler acılar, Ankara'da bir evde yaşananlarla ne kadar kıyaslanabilir ki...
Sonradan öğrendik ki herşey sabaha karşı 3'de olmuş ve sadece 45 saniye sürmüş...
Beklenmedik bir yatak sallanması ve yine gece yarısı uyurken ummadığım korkunç bir kapı gıcırtısı ile uyandım...
Her yer karanlık...
Uykudan uyanınca aniden çözemediğim ve düşünemediğim bir şekilde sanki yatak odamızın kapısı duvardan ayrılıp tekrar yerine geliyordu...Tahtanın duvardan ayrılıp tekrar yerine gelme sesi...Hala kulaklarımda...
Yatakta o kadar sallandım ki...
Bu gibi durumlarda çok ani karar verebilen bir insanım ve galiba 30. saniyede kendimi yataktan kurtarmayı akıl edip Can'ın odasına koşup onu kapıp 5 saniyede de merdivenleri üçer dörder inerek bahçeye çıktım...
Hala deprem olduğunun farkında değildim ama evde ters giden bir şeylerin olduğunu sezmiştim...
Sonra Hakan geldi aklıma..Hala boşanmış olsak da biraraya geldiğimizde konuştukça o geceye ait tek güldüğümüz şey nasıl Hakan'ı bodrum katta bırakıp Can'la kendimi bahçeye attığımdır.... 😊😊
Her şey olup bittikten sonra Can'ı bahçede şezlonga oturttum, beklemesini söyledim ve tekrar içeri girip, bodrum kata inip herşeyden habersiz uyumaya devam eden Hakan'ı uyandırdım....
Şimdi üçümüz de bahçedeydik... Yan komşumuz Gül ve Ali de dışarı çıkmışlardı... Diğer komşular da... Karşıdaki Oyak sitesinde de galiba çoğu kişi dışarıdaydı, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı....
Tüm elektrikler kesilmişti...Havanın aydınlanmasına yakın 1-2 saat önceki gökyüzünden eser kalmamıştı. Kayıp giden yıldızlar dünyadaki son görevlerini yapmış gibi bize selam çakmış ve şimdi bizden çok uzakta bir yerlere gitmişlerdi.
Ankara'da küçük bir deprem geçirdiğimize kanaat getirdik...Dürüst konuşmak gerekirse sabaha karşı 4 e doğru sokakta artık işin gırgırındaydık...Nereden bilgi alacağımızı bilemediğimiz için kendimizle dalga geçmeye başladık.. Ben incecik bir gecelikle sokak ortasındaydım... Önce ona gülüştük... Gül'ün tüylü terliklerini hiç unutmuyorum...
"Ne yapayım terliklerimi bulamadım... Balayında giydiğim tüylü terlikleri dolapta buldum onları giyip çıkmışım..." dedi...Ona güldük...
Nihayet ben içeri girip Can'ı yatağına yatırdım... Bu arada mahallenin erkekleri de arabanın radyosunun çalıştığını keşfetmişler... Ali'nin arabasında bütün komşu erkekleri gördüm hatta ona da gülüştük....
İlk haberler sabahın ilk ışıklarıyla radyoda yayınlanmaya başladı... Devamlı Yalova ismi geçiyordu.... Depremin şiddeti tam belli değildi ama büyük bir deprem yaşandığı ortadaydı....
Ben kendimi çok yorgun hissedip sabah beş buçuk gibi yattım, uyudum...
Sabah 9'da Ankara'da her şey daha bir normaldi... Elektrik gelmişti...Kayınpederimin ameliyatı için hemen giyindik çıktık ve hastaneye gittik...Hastane odasına girdiğimde odadaki televizyon açıktı ve Adapazarı'nda depremden bahsediyordu....
Bir an durduğum hatırlıyorum.....
"Adapazarı???.... E peki babamlar??? Yok canım....Ufak bir depremdi herhalde..." dedim... Sonra ilk görüntüler, kayıplar, yaşanan felaket, depremin şiddeti....
Kanımın hızlıca beynime doğru akışını hissettim....
Biz insanların acizliğini çok net bir şekilde gösteren görüntüler...Deprem bölgeleriyle hala irtibat kurulamadığından bahsediyordu televizyon....
Babama ulaşmam lazım diye düşündüm.... Koridora çıktım... O zaman ki mavi ağır Nokia cep telefonumla babamı aradım... Sonuç olumsuzdu....
Herşeye pratik çözüm bulabilen ben ne yapacağımı bir türlü kestiremiyordum...Gözlerim yuvalarında devamlı dönüyor ve düşünüyordum.... Tam o sırada kardeşim Altuğ aradı..."Abla ben sabaha karşı İstanbul'dan Adapazarı'na doğru yola çıktım... 5 saattir yoldayım... Maalesef tüm yollar tıkalı... Oraya varır varmaz seni arayacağım"... dedi...
Tüm gün televizyon seyrettiğimi hatırlıyorum... Düşüncelerim bomboş..... Bir afet felaketinin ne olduğunu ilk defa idrak eden biri olarak şaşkındım....
Galiba akşamüstü 5 gibi Altuğ aradı... "Burası felaket abla....Babamlar iyiler şarjım çok az hatlar açılır açılmaz seni babam arayacak..." dedi....
Bir film seyreder gibiydim.... Sabahki veranda kıkırdaşmalarımız aklıma geldi.... Tam o saniyelerde babamın yaşadıklarını hayal etmeye çalıştım....
Tüm gece başımın çatlarcasına ağrıdığını hatırlıyorum... Hiç bir haber yoktu....
Yattık....
Sabaha karşı 2 gibi telefonum çaldı....
Nihayet babamın sesini duydum... Her zamanki çözüm odaklı sakin mantıklı ve soğukkanlı babam....
Ben ona teselli edeceğime o beni ediyor....
" Evet kızım... Bir deprem yaşadık... Temele göçen evden sağ çıktık... Bize her türlü yardımı yapıyorlar, biz de uzandık Asuman'la (benim üvey anne) elele yıldızları seyrediyoruz...Bir daha ne zaman böyle bir şey yapacağız? Biz iyiyiz merak etmeyin....." dedi....
Ertesi gün bizim mahallede depreme yardım kamyonları yola çıkmaya hazır vaziyetteydi... Hakan "ben de gideceğim" dedi... Can çok küçük olduğu için biz evde kalmaya karar verdik....
Herkes hemen alışverişlerini yaptı yaklaşık 3 saat içinde bir kamyon eşya toplandı ve yola çıktılar....
Sonrası.... Hakan'ın bana anlattıkları..... Korkunç...
Çark Caddesi Adapazarı'nın en uzun ve en meşhur caddesi... Şehrin tam ortasından geçer...
Hakan Adapazarı'na vardığında beni aradı... "Çark Caddesi'ni bulamıyorum Ece!!! Tanıyamıyorum evleri ayırt edemiyorum hepsi yıkılmış...Babanlara döndüğümüz cadde nerede? "
Hiçbir zaman aklımdan çıkmayan sözleri ise... "Ece şehre girince havada ağır bir koku var.......Ölü kokusu Ece.... İyi ki gelmemişsin .. Apartmanların içine girerek canlı biri var mı diye bağırıyoruz...
Birbirine girmiş evler, caddeler, sokaklar,acı çeken insanlar, cesetler, birisine yardım edebilme umudu ile koşturan insanlar,
kargaşa... gürültü..."
Fay hattı denen şeyi çok sonra Adapazarı'na gittiğimde gözlerimle gördüm.... Sanki dev bir yeraltı ejderhası toprakları yara yara bazı yerlerden geçmiş bazı yerlerden geçmemişti... Bir sokakta bir bina çökmüş yanındaki 2 ev sapasağlam duruyor, tam çaprazında ev kalmamış ama onun yanındaki ev duruyor, yine diğer çaprazdaki ev sapasağlam ama onun sırasındaki 5 ev yok....
Babamların apartman.... Belki bir daha filmlerde göreceğim bir şekilde olduğu yerde, hiç kıpırdamadan temele çökmüş yani apartmanın sokak kapısından içeri girmek için iyice eğilmeniz hatta sürünmeniz gerekiyordu...
O binanın ve çoğu binaların müteahhiti babamdı... Babamlar burunları kanamadan bu apartmandan çıktılar ama hemen dibindeki 2 yan apartman tanınmayacak haldeydi... Yani komşularını bakkallarını, manavlarını, sevdikleri birçok arkadaşlarını 45 saniyede kaybettiler... Hepsi öldü....
Üstünden tam 19 yıl geçti..Unutmamamız gerekiyor.. Neyin mücadelesini veriyoruz?Seyredin videoyu...Doğa denen, dünya denen şey bizi yutmaya karar verdiğinde, bir doğal felakette birbirine sıkı sıkıya kenetlenen o videodaki muhteşem ülke biziz...
Kendisini zerre sevmem ammaaa doğru da söylemiş Nihat Doğan... "Benim koyunum bile farklı bakıyor"....
Bir küçük tohumdan kocaman bir çınar ağacının çıkması gibi, bu 45 saniyelik olay aslında bizim bütün geri kalan hayatımızı yeniden doğurmuş olmalıydı....
5 saat sürdü bu yazıyı yazmam...O yüzden 17 ağustosta baslayıp 18 ağustos sabahına anca yetiştirdim...
Hayat bu işte..Bir ana yol var ve onun çevresindeki tali yollar.
Günümüze dönelim.....Bütün gün falanlar ve filanlar.. Diyeceğim o ki; insanlar, teyzelerimiz veya halalarımız, kuzenler, kötü günleri çabuk unutuyorlar. Birbirimizi yiyip duruyoruz...Birbirimize kenetlendiğimiz acı günleri unutup komşumuza düşman oluyoruz...
Keşke hep"yarın ölecekmiş gibi yaşa"yabilsek...
Allahım.... Güzelim Türkiye'mizi her türlü felâketlerden koru yarabbim... Amin…